Midi otobüsümüzün içinde , Istıranca dağlarının virajlı yollarını aştıktan sonra Demirköy’ün içindeydik. Puslu hava ve ara ara yağan yağmur ise yolculuğumuzun heyacanı oldu. Demirköy’ün bir köy olduğunu sakın düşünmeyin çünkü burası Kırklarelinin bir ilçesi. Dupnisa mağarasına ve İğneada’ya gitmek için buradan geçildiğinden dolayı oldukça da turistik.Demirköy adından da anlaşıldığı gibi geçmişte demir madenleri bulunmuş maden işlemeciliğine uzun süre ev sahibi olmuş bir yer. Osmanlı’nın toplarının burada döküldüğü söyleniyor. Hatta bir rivayete göre Fatih Sultan Mehmet’in İstanbulu alırken yaptırdığı toplar da bu bölgedenmiş.Ama şu an işleyen ne toplar, ne demirler ne de maden ocakları var. İlçenin içinden yukarıya , Sarpdere köyüne doğru yola koyuluyoruz. Yoğun ağaçların , küçük dar yolların ve bol virajların sonunda Dupnisa Mağarasına ait otoparkta arabamızı bırakıyoruz.
En son verdiğimiz moladan sonra ,uzun süren bir yolculuğun ardından ayaklarımız yere değdiğinde muhteşem bir manzaranın içinde kendimizi buluyoruz.. Semaver- çay ve turistik eşya satanlar, her turistik yerde olduğu gibi yine bizi karşılıyor. Mağara üstte ,tepede, ormanın içine doğru. Alttaki alan yani içinden geçtiğimiz yer ise mesire alanı olarak kullanıyor. Ama çok şükür ki mangal yasak 🙂
Ağaçtan yapılmış geniş basamaklı merdivenlerle yukarı doğru nefesimiz kesilene kadar çıktığımızı hatırlıyorum. Ve o arada yağmaya başlayan yağmurun yüzüme vuruşunu ve aldığım toprak ve ağaçların kokusunu. En tepeye geldiğimizde nefesimizin kesilmesine aldırmadan içerinin merakıyla duyduğum heyecanı..
Demir tek kişilik dönen bir kapıdan içeri girer girmez havanın farklı ortamını hissedebiliyorsunuz. İçerisi soğuk, nemli ve basıncı yüksek. Derin dik, mat beyaz renkte, keskin dönemeçli merdivenlerden inmeye başlıyoruz. Sizi yoğun sarkıtlar karşılıyor. Kafanızı korumalı, ayağınızın yere sağlam bastığına dikkat etmelisiniz. Yerler mağaranın neminden dolayı kaygan, sarkıtlar çoğu yerde merdiven basamaklarına yakın. Kafaya dikkat etmek şart!. Ortam sarı ışık saçan , lambalarla ışıklandırılmış ama yine de loş ( Sebebi az sonra :))
Toplamda 270 basamak var. içeride bir yürüyüş parkuru var. Fakat yoğunluk ve mağaranın darlığı bazı yerlerde geçişleri zorlatıyor. Mağara, 2.720 metre uzunluğuna sahip. 2003 yılına kadar ancak profesyonel dağcılar içeri girebiliyorken, 2003 yılında 500 metre alanı turizm için açıyorlar. Geri kalan yine profesyonellerin işi . Neden mi ? Az sonra 🙂
Mağara’nın çoğu yer altında ve sularla kaplı. Türkiye & Bulgaristan sınırını oluşturan Rezve Deresini besleyen kaynakların çoğu, mağara içinde . Yıllar içerisinde mağaradan geçen suların gücü ve bazı jeolojik olaylar yoğun ve dik sarkıtlara sebeb olmuş. Dolayısıyla da bu sarkıtlardan figürler oluşmuş. Bu durum ise ışıklandırmanın da etkisiyle görsel bir şölene dönüşmüş durumda. Tabii benim içinse bir eğlenceye.
Gelelim işin ekolojik boyutuna. Aslında buranın gerçek sahipleri yarasalar. Evet , evet yarasalar !. Hani kanımızı emdiğini düşündüğümüz film karakterli yarasalar, bulmacalarımızdaki uçan memeli hayvan kutusundaki altı haneli yarasalar, geceleri dışarı çıkan, avlanan, böcek yiyen , kış uykusuna yatan yarasalar.. Bir de bu ekosistemi bozmak için elinden geleni ardına koymayan biz insanlar 🙂
Bir yerde yarasaların çok olmasının o bölgenin zirai ilaçlarla kirletilmediğinin bir göstergesi olduğunu biliyor muydunuz !
Mağarada 60 bin yarasanın yaşadığı öngörülüyor. Hani söylemiştim ya size biz mağaraya girdiğimizde ışıklar loş bir hale getirilmişti diye. İşte bu yüzden. Hatta , aşağıda sular akan yerin ışıkları tamamen kapatılmıştı. Şöyle bir görüntü olduğunu düşünün .
Tepeden , sarkıtların içerisinden , aşağıda karanlığa ve boşluğa bakıyorsunuz. Sadece akan suyun sesini duyuyorsunuz. Ortalık zifiri karanlık. Ve ortamda da yarasaların olduğunu ve rahatsız edilmemeleri gerektiğini biliyorsunuz. Üstelik bugüne kadar izlediğiniz vampir filmleri de gözünüzün önünde. Nasıl bir duygu 🙂
Bu Ben 🙂 Ortamla bütünleştim sanki 🙂
Zaten gezi grubunun kırılma noktasıda burada oldu. Kimisi dediki ”biz cep telefonlarımızın ışığı ile devam edebiliriz” kimisi de dedi ki ”hayır! biz bu riski alamayız geri dönüyoruz ”
Ben ne dedim ?
Korkabilirim! ama asla dönmem ! Yola devam!
Dedim mi dedim vallahi.
Ben size yürüdüğümüz yolun ışıklı halini göstermiş olayım, belki beni daha iyi anlarsınız 🙂
haaa bu arada geçerken tepemizdeki bu yarasaları da görüntülemiş olduk 🙂 Bu fotoğraf sonra gezi ekibinin içinde olay oldu. ”Nasıııllll çektinizzzz?” diye..
ve en güzelide mağaranın çıkışındaki bir kanyonun içindeymişsiniz algısını yaratan manzaraydı..
ve doğru kararı verdiğimize inanıp yola devam etme kararımızın arkasında oluşan mutluluğu da toplu halde çekindiğimiz fotoğrafda yansıttık herhalde ..